Uzun yazı en sonda özet var bi cümle.
" ... Sigara içersin içme der. Neden seni düşünüyordur. Mutluluğunu mu? Asla. Tamamen iç organlarını!. Bütün insanlar sana değer verdiğini iç organlarına gösterdikleri hassasiyetle belirtir. Hasta olacaksın, yemek ye, üşütme, aman sakın ölme bak yazık olur.. Hasta olursun herkes görür. Ya sanane iç organlarımdan ulan, sen bana baksana bi. Bir bana bak şöyle güzel. Bak bakalım ne görüyorsun? ... " Ekim, 14 - yahu bırak bi
Ben yazmışım biraz sinirlice herhalde, bu konu hakkında bir konuşma da dinledim geçen gün, çok iyi geldi çünkü bazıları farkında. Duygusal hijyen demişler. Pislikten ölen ruhumuz için söylemişler. Önemseyelim demişler. Biraz temiz tutmayı öğrenelim ve şu ruhları virüs kapmış insanları tedavi edelim ve hatta hiç hastalanmamaları için uğraşalım demişler. Beynimizi temiz tutmak, dişlerini günde iki kez diş fırçalamak kadar önemli. Hatta belki daha çok. Demişler. Bugün de aklıma geldi bu konu.
Bir durup düşünmek lazım. Ama tabi düşünmek pek bize göre değil..
Duygusal şiddet mesela. Hiç sikimizde değil. Daha bugün bir insan, bir insanı sadece yapabiliyor diye türlü türlü işkencelere maruz bıraktı. Büyük bir baskı. Lüzumsuz bir işkenceydi. Ve göz göre göre yapıldı bu. Durmaksızın. "Ben napıyorum lan" demeden yaptı bunu.
İletişim: iletişmek. Karşılıklı konuşmak. Bir sorunu çözmek için gerekli verileri ortaya koymak. Sorunu çözemiyorsan da birbirine saldırmamak. Ortada hata varsa bile sadece kabul etmek. Devam etmek. Yok olmadı, saldırdı. Dayanılmaz bir pişmanlık yarattı. Üzdü. Ve sonra yoluna devam etti.
İşin bok tarafı kimse de durup "ne vuruyorsun" diyemedi. Zira görünürde bir tokat yoktu. Saçını çeken yoktu. İtiş kakış yoktu. Sustu herkes. Çünkü görünmüyordu. Gözle görülmesi için bağırmak ve acı çektiğini göstermek lazımdı herhalde.
Fakat ben o duygusal şiddeti gördüm. Ne yazıkki her zaman olduğu gibi derinden hissettim. Fakat artık iş işten geçmişti. O anda bir şey yapmanın gerekliliğini hissetmedim yeterince. Çünkü öyle öğrenmişim.
Birinin eli burkulsa insanlık adına yardım edecek insanlar orada moron gibi bakıyordu. Bakıyorduk. Sonra da ne kadar duyarlı olduğumuzdan falan bahsediyorduk.
Anlaşılması ve algılanması neden zor bir konu bu onu düşünürken buldum kendimi yine.
Yine bir dolu parça birleşti beynimde ve müthiş bir anlamsızlaşmaya doğru koşuyorum. Yığınlar oluştu şuan yanlış yaptıklarımızdan, toparlayamıyorum.
Neden siklemiyoruz? Onu düşündüm. Bir yerden çıkıyor bu işkence edebilen ruhumuz. Sanırım önce bizde başlıyor, kendimize yaptığımız işkencelerle belki. Kendimize sürekli söylediğimiz "siktir et" lerle başlamış olabilir. Önemsememek gerektiğini düşünmek işin başladığı yer. Önemsemek minimumda olmalı! Her zaman. İlginciz.. Kan akması fiziksel de göz yaşı değil gibi. İkisi de bir çeşit darbe sonucu oluşuyor. Fakat..
Neden duygular hep "hissedilmemesi gereken" kaçılması gereken? İşte bu sorunun cevabı ile anlaşılabilir. Kaçıyıoruz çünkü duygular ağır. Ağır, vurucu, yıkıcı, derin. Uzun zaman harcarsın. Demek ki neymiş aynı zamanda da önemliymiş. Ama biz öyle değilmiş gibi davranmaya bayılıyoruz.
Neden hep biri üzüldüğü zaman "ama bence bunda bir şey yok" diyoruz. Neden hep birbirimizi hissizliğe davet ediyoruz. Biz aynı durumda olduğumuz zaman üzülmüyorsak kendimizle gurur duyuyoruz. Duygusuzlukla övünüyoruz. Sevmemekle gurur duyuyoruz. Siklememek zaten en yüce özelliğimiz! Katılaşmış insanlar hep övünürler mesela.. "Ben de eskiden öyleydim zamanla kaybettim iyi niyetimi" falan gibi ne kadar bokumsu insanlara dönüştüklerinden iyi bir şey gibi bahsederler. Seni hissettiğin için garip bir insan olduğun düşüncesine iterler. Bilinçaltında hep "duyguları saklamak" var olur. Aslında onlar hastalar. Tedavi de edilebilir görülebilse. Duygusal şiddetin varlığı ve ciddiyeti ve korkunç sonuçları görülebilse tedavi de edilebilir. Baksak, göreceğiz.
Ondan sonra tutup diyoruz ki "ay herkes psikopat oldu"
A-a neden lan? Niye ki?
Diyoruz ki "nasıl bu kadar vicdansız olabiliyorlar"
Biz insanlık olarak bu duygusuzluk, hissizlik yolunda koşuyor olabilir miyiz? Biz aslında biraz da olsa yanlış şeyleri önemsiyor olabilir miyiz?
Bütüne değil de ayrıntılara bakıyor olabilir miyiz?
Hastalığı değil de semptomları tedavi etmeye çalışıyor olabilir miyiz?
Aslında var olan salgının farkında değiliz.
Bu şiddetin farkında değiliz. Hiç de umurumuzda değil.
Basit geliyor. Yeterince korkmuyoruz. Sonuçlarını çok basit olarak görüyoruz ve her zaman abartıldığını düşünüyoruz.
Yalnızlığın bile bir hastalık olduğu ve gayet ciddi olduğu gerçeği bize komik geliyor. Ruhu tedavi etmek hep ezikçe geliyor. Başım ağrıdı desen, seni koştur koştur doktora götüren kendini genellikle bilinçli sananlar kafan bozulduğu zaman "geçer geçer" diyor. Sen de diyorsun. Ben de diyorum.
Fakat mesela ben bazen de diyorum ki "arkadaşım hastasın" tedavi olman gerekiyor diyorum. Teşhis gerekli diyorum. Yatarak geçmez diyorum. Beyinde problem var diyorum gidip MR çektiriyor. Kimse siklemiyor yani. Sonra tabi zamanla görüyorsun, işler boka sarıyor.
Grip bile bıraksan geçiyor. Ruh/beyin hastalıkları ise tam tersi. Bıraktıkça, yok saydıkça, karmaşa büyüyor. Geçmiş büyüyor. İş o kadar komplike oluyor ki bir zaman sonra neyin ne olduğunu, nerden nereye geldiğini, hangisi neye sebep oldu, kimliğin mi bu yoksa hastalığın mı onu bile karıştırıyorsun.
Öyle ben yine birbirine geçmiş düşünceleri yazmaya çalıştım ve yine beyindeki atlamalar yansıdı bu yazıya her zaman olduğu gibi.
Neyse bu da özet:
İlgimizi biraz olsun götümüze başımıza değil de ruh/beyin sağlığımıza göstermemiz gerekiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder