Ana içeriğe atla

Blog yazarları

Fotoğrafım
ihaveasmileonmyface
kedilerle ciddi düşünüyorum. a cynical misanthrope.

at geldi, at gitti.

hımmm hımm hımmııı

hiçbir şey yokken ortada ayak parmaklarımdan başladı gelmeye, yukarıya doğru. hiçbir şey yokken sadece bembeyaz yatağın içinde yatıp tavana bakıyorken. tırmandı bacaklarıma doğru. mideme geldiğinde bayılmak istedim hatta bir saniye de olsa gitmek istedim tamamen. 
hem yumruklar vardı hem de tırnaklar geçirildi. durduramadığım o hisse kapılmak zorunda kaldım. kollarıma geldiğinde bıraktım her şeyi. bıraktım her şeyi. toplam 2 (iki) dakika sürdü. kabusun içerisinde uyanıktım. her şeyi bir anda hatırladım. çocukluğumda açamadığım pencereyi, ergenliğin en ergenimsi acılarını, yetişkinliğe atılacak adımlarımı engelleyenleri. her şeyden uzaktım ve hepsini aynı anda yaşıyordum. kaburga kemiklerimin altında bir at vardı sanki oradan oraya koşan. tepinen bir AT. kırmaya, yarmaya çalışıyordu.

Git dedim. AT dedim, GİT. 

ve ağladım. 

öyle güzel ağladım. öyle güzel gözyaşları. o kadar nefret ederim onlardan ki, sevemedim yine fakat güzeldi ağlamak. deneyimdi. çünkü ortada hiçbir şey yokken geldiler. hoş geldiniz mnakoduklarım dedim. nereden geldiniz bilmiyorum ama bana ait değilsiniz dedim. her ne kadar içimden geliyorlarsa da benim değillerdi. 

kimin acısıydı? kim kimi kaybetti. kim aldatıldı, kim terk edildi, kimin en sevdiği çantası yırtıldı, telefonunun camı kırıldı bilmiyorum ama benim değildi bu acılar. bu ağlama krizi bana ait değildi.

ben iyiydim, yatağımda oturmuş tavanı izlerken. müzik bile yoktu. o an kafamın içindeydim ve güzel yerlere gidiyordum ki... at geldi. göğsüme oturdu. öküz değil bu kez at. 

o an bekledim geçmesini. beklerken fark ettim yine tabi bir şeyler fark etmesem bir manası olmaz zaten. 

paylaşamadım. yine ben paylaşamıyordum. küçümsedim başıma geleni. başıma gelen neydi ki. saçmalık. korkmuyordum bile. belki o an yok olsam skimde olmazdı. o derece bırakmıştım dört nala gelen hislere kendimi. kendini bilmez bir sızıydı başlayan. anlamlandırılamayan. anlamlandıramadım ve anlatmadım. ve paylaşmadım. ve sonra düşündüm. susuyordum ben çok zaman. tam hadi bakalım artık konuşuyorum derken yine fark ettim. sustuğumu. sevmedim lan. sevmedim işte. 

bunları çözmeye çalışmak için değil anlatabilmek için para veriyorum ben. anlatmak istiyorum ben. paylaşmak da istiyorum. karşılığında "ah maniksin sen ve depresifsin" istemiyorum ki. inanmıyorum ki bunlara. skimde değil ki teşhisler. bıktım zaten "geçti geçti" tesellilerinden. 

geçmesin lan. geçmese de olur.. ben buyum diyebilirim. arada bir ağlayabilirim mesela. ağlıyor olmamın teşhisini istemiyorum artık. ağlıyor olmamın normalliğini istiyorum. bence hiç normal değildi o yaşadığım ama anlatabilsem belki normalleşecekti. 

teşhis "olur öyle" olabilir mesela. oluyordur çünkü mesela, başkasına da. başka zamanlarda. başkalarının da beyni benimki gibi kendisinden bağımsız çalışıyor olabilir. geçmişte gezip geliyor olabilir. o zaman başkası da "olur öyle" diyebilir. 

yalnız olmamaya çalışırken o kadar yoruldum ki geçen günlerde yalnız olmak daha güvenli geldi. yalnız olmamak bazen o kadar berbattı ki, siktirin gidin lan diye bağırasım, susun lan diye ağzına çakasım gelen insanlardansa yalnızdık dedim ve şimdi yalnızım demeye utanıyorum, yalnızlığım için ne kendimi ne birilerini suçlayabiliyorum. yalnızlığıma çözüm aramıyorum artık ve doğal olarak bulamıyorum. ve o kadar gururluyum ki "çok yalnızım ulan" da diyemiyorum. fakat yalnızlık koyduğu zaman da işte böyle götüm götüm yazıyorum. bu beyaz sayfa sanki dile gelip de bana "olur öyle" diyebilecekmiş gibi dertlerimi yüklüyorum. save ediyorum, publishe basıyorum. sonra puf diye yok oluyor. hee hee  ve ben puf diye yok oluyormuş gibi yapıp sigaramı yakıyorum.. ve bir şarkı açıyorum. 

hmmhmmm hmmm hımıııııı






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

then dreams are the same.

saatler çok hızlı geçiyordu, dün ne yaptığımı hatırlamakta zorlanırdım, hangi aydı acabadan çok hızlı bir şekilde "o hangi yazdı ya" ya geldik. şimdi yılların ismini vermeyi bıraktım, zamansızlığa doğru koşuyorum. bir kaç günün ard arda aynı olmasından rahatsız olduğum zamanlar seneler içerisinde yaşanan boktanlıkların çok hızlı geçmesine sevinerek stabil halimi bütün dünyanın yanmasından bağımsız olarak korumaya çalıştığım zamanlara evrildi. hissizlik, gamsızlık, anlamsızlık, heycansızlık adını koyabiliriz farklı farklı. çok arabesk sound edecek ama bizi hayat bu hale getirdi diyebilir miyiz? her yaşananın bir öncekinin aynı olması sorunsalı, ben dışında yaşanan hayatlarında aşırı aynılığı bizleri bir şey yaşamanın herhangi bir manası olmadığına getirmedi mi? içimizdeki ölü ruhlarla küçük zevkler alma çabalarımızla günleri, yılları değil de artık hayatları deviriyoruz. ve en güzel kısmı sikimizde bile değil. diyebilir miyiz? ben diyorum. bunu kötü ve dark bir şey olduğun...
başka sebepler var. başka sebeplerim var biliyorum. ilk akla gelen sebep değil bu katlanışlarım. ve kaçışlarım. ve farkındayım herkes farkında bütün dünya ve o da farkında. olmayacak. olmuyor da zaten. 

VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ--- Irvin D. Yalom

VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ ÖLÜM: "İnsan büyük bir boşluktan, ciddi bir hastalıktan, yeni doğmuş gibi, derisini dökmüş bir şekilde, daha duyarlı ve kötücül neşe için daha duyarlı bir damak zevkiyle, bütün iyi şeyler için daha duyarlı bir dille, daha büyük bir keyifle, tehlikeli bir masumiyetle, daha çocuksu bir şekilde, ama daha önce hiç olmadığı kadar kurnaz bir şekilde çıkar. " Nietzche "Ölümün sunduğu karanlık arka plan, hayatın yumuşak renklerini bütün saflığıyla öne çıkarır." Santaya Sorumluluğun üstlenilmesi kişinin nihai kurtarıcıya olan inancından vazgeçmesiyle de sonuçlanmaktadır. ANLAMSIZLIK: "Şu anda yaptığım ve yarın yapacağım şeyden ne yarar gelecek? Benim bütün hayatımdan ne yarar gelecek? Başka şekilde ifade edecek olursam - Neden yaşamalıyım? Neden bir şey yapmalıyım. Yine başka bir ifade ile: Beni bekleyen kaçınılmaz ölümle tahrip olmayacak herhangi bir anlam var mı hayatta? Tolstoy Nevroz: Anlamını bulamamış olan ruhun acı çekme...