Her gün aynı rüyaya uyanıyorum.
Her gerçek silikleşiyor, zorluyorum beynimi sonsuzluğa ulaşmak için. Her gün bir başka inanılmazı keşfediyorum. Her sabah başka bir geceye uyanmak gibi. Her gece bir öncekinden daha karanlık ve daha uzun. Görebiliyorum bir ısı ve ışık kaynağı var ileride... Her defasında göremesem de artık inanıyorum. Her uyandığım gecenin sonu gelecek. Bir sonraki karanlığa kadar aydınlık kalıyorum.
Sonra tekrar sorular evriliyor en harika cevapların içinden.
Peki o sorular bitecek mi benim aklımın ermediği nokta gelmeden?
Her şeyi anlayabilir misin? Ben anlayamam. Çünkü çok sınırlı kavrama hızım. Hissedebiliyorum, o yetiyi kazanmamışım. Hissedebiliyorum lanetli beyinlerdenim ben. Bütün soruları soran fakat cevapları bulabilecek kapasiteye sahip olmayan. Huzur bulamayacak olan beyinlerden. Her şeyi anlamsızlaştıran fakat yerine anlam bulamayan bir beyin.
Görüyorum da insanları, anlam buluyorlar. Yaşamlarının sebebini görebiliyorlar. İnanıyorlar, koşulsuzca. İnanıyorlar, kayda değer bir şey yapmıyorlarsa bile, hayata gelmiş olmalarının yüce bir anlamı olduğuna.
Ben anlamı aradığım yolda, anlam bulmanın gerekliliğine takılıp kayboluyor ve bir şarkı açıyorum. Çok iyi bir şarkıysa yazı bile yazamıyorum. Olduğum yerde kalıyorum. Yalnızca o anda bir şeyler hissedebiliyorum, var olduğuma dair.
Ah neyse müzik var diyorum.
Sonra müzikle kayboluyorum. Kendimi bulana kadar da uzunca bir süre müzik bile yapamamanın acıysa boğuşuyorum. Çok acılı bir beynim var. Fakat mutsuz değil kendisi, mutsuzluğu bile anlamsızlaştırdığından beri genel mutsuzluğu ve depresif halleri saf dışı bıraktık.
Artık ben gündüz ve gece arasında kaybolmuş bir atom parçası bile değilim. Miniciğim. Yokum yani burda. Hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey yaşamıyorum. Çünkü benim yaşadıklarım ve yaşama katkım hiçbir şey. Hatta safi zarar diyebiliriz.
Var olmanın sömürü ve zarar olduğunu bilmek ve bu kadar iyi bilmek ne kadar iyi hissettirir bir insana?
Tek bildiğim ve istediğim bu varlığı devam ettirmemek için elimden geleni yapmak.
Bu dört duvar arasında, bu dört duvara sahip olmak ve hayatta kalabilmek için benden önceki insanların yarattığı şeyi yapmak. Üzerinde bir seçimimiz olduğuna inandığımız hayatı yaşamak. Ve sonra bitirmek.
Bir öncekinden daha iyi diye yaptığımız seçimler hayat. Hayatta kalma seçeneklerimizin en kolay ulaşılabilir olanını seçerek yaşıyoruz. Yaşıyor muyuz? Kim riske atıyor en iyisi için, her şeyi? Hiç kimse. Bu durumda seçimi kim yapıyor. Bizim yerimize kim yapıyor? Yapılmış. Kabul edelim işte. Hayatı dolu dolu yaşamak adına yaptığınız her şeyin seçimi sizin adınıza yapılmış. Hayatı dolu dolu yaşamak uğruna aslında kaçırıyorsun her şeyi. Kaçır diye yaratmışlar "dolu dolu yaşamak" illüzyonunu. Ya herkes farklı şeyler yapsaydı? Ya herkes isteseydi bambaşka şeyler...
Eyfeli gördün Paris'e gidip, Times'da fotoğraf çekildin, dünyayı gezmek hayalin, inanılmaz bir düğün ve sonra maldivler, louis vuitton çanta almak, cep telefonu ihtiyaç, çocuk çok güzel bir şey, yerleştin bu dünyaya, yerleştikçe yerleştin, köklerini saldın... sonra öldün. Ölene kadar yaptığın her şey dünyadaki bütün sen gibi insanların yaptıklarının aynısı. Sen gibi olması önemli. Senin gibi olanların yaptıklarını yapamazsan eksik hissediyorsun? O yapıyor diye yapıyorsun işte. Bu senin seçimin olabilir mi sence?
Moda diye bir şey var! Lan! Moda işte. Götünden uydurmuşsun. Kendin diyorsun "ne kötüymüş moda 90larda" Değildi işte, salak. Uydurdular ve inandın ve değişti, inanmıyorsun. Şimdi yine var ve tapıyorsun. Ölüyorsun geyikli tayt için.
İşte ben inanmıyorum. Ne diyim.
Keni seçimim olduğuna inanmadığım hiçbir şeyi seçmiyorum. Sonra bir durup baktığında elinde bir boşluk var. Bomboş. Bu zamana kadar o kadar çok şey yazmışlar üstüne, karalamışlar, hepsinden sıyrılman uzun zaman alıyor. Sıyrılınca da altında hiçbir şey kalmıyor. İşte o an. Kum tanesisin. İşte o an gerçekten rüyaya uyanıyorsun. Rüyalar daha çok senin. İşte o an beynine dönüyorsun. İstediğin performansı alman için çok geç. Anlıyorsun, kabul ediyorsun. Boşa enerjisi harcanmış beynine bakıyorsun, üzülüyorsun. Zavallı soruyor. Cevap bulamıyorsun. İnsanın zekasının sınırını görmesi kadar acı bir şey yok bence. İnsanın yapabileceklerinin sınırını görebilmesi kadar acı bir şey yok.
Bir şarkı açıyorsun. Bu defa iyisinden, düşündürmesin, yazdırmasın, büyülesin, yok etsin.
Ah müzik, sen huzursuz beyinlerin tek dermanısın.
Her gerçek silikleşiyor, zorluyorum beynimi sonsuzluğa ulaşmak için. Her gün bir başka inanılmazı keşfediyorum. Her sabah başka bir geceye uyanmak gibi. Her gece bir öncekinden daha karanlık ve daha uzun. Görebiliyorum bir ısı ve ışık kaynağı var ileride... Her defasında göremesem de artık inanıyorum. Her uyandığım gecenin sonu gelecek. Bir sonraki karanlığa kadar aydınlık kalıyorum.
Sonra tekrar sorular evriliyor en harika cevapların içinden.
Peki o sorular bitecek mi benim aklımın ermediği nokta gelmeden?
Her şeyi anlayabilir misin? Ben anlayamam. Çünkü çok sınırlı kavrama hızım. Hissedebiliyorum, o yetiyi kazanmamışım. Hissedebiliyorum lanetli beyinlerdenim ben. Bütün soruları soran fakat cevapları bulabilecek kapasiteye sahip olmayan. Huzur bulamayacak olan beyinlerden. Her şeyi anlamsızlaştıran fakat yerine anlam bulamayan bir beyin.
Görüyorum da insanları, anlam buluyorlar. Yaşamlarının sebebini görebiliyorlar. İnanıyorlar, koşulsuzca. İnanıyorlar, kayda değer bir şey yapmıyorlarsa bile, hayata gelmiş olmalarının yüce bir anlamı olduğuna.
Ben anlamı aradığım yolda, anlam bulmanın gerekliliğine takılıp kayboluyor ve bir şarkı açıyorum. Çok iyi bir şarkıysa yazı bile yazamıyorum. Olduğum yerde kalıyorum. Yalnızca o anda bir şeyler hissedebiliyorum, var olduğuma dair.
Ah neyse müzik var diyorum.
Sonra müzikle kayboluyorum. Kendimi bulana kadar da uzunca bir süre müzik bile yapamamanın acıysa boğuşuyorum. Çok acılı bir beynim var. Fakat mutsuz değil kendisi, mutsuzluğu bile anlamsızlaştırdığından beri genel mutsuzluğu ve depresif halleri saf dışı bıraktık.
Artık ben gündüz ve gece arasında kaybolmuş bir atom parçası bile değilim. Miniciğim. Yokum yani burda. Hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey yaşamıyorum. Çünkü benim yaşadıklarım ve yaşama katkım hiçbir şey. Hatta safi zarar diyebiliriz.
Var olmanın sömürü ve zarar olduğunu bilmek ve bu kadar iyi bilmek ne kadar iyi hissettirir bir insana?
Tek bildiğim ve istediğim bu varlığı devam ettirmemek için elimden geleni yapmak.
Bu dört duvar arasında, bu dört duvara sahip olmak ve hayatta kalabilmek için benden önceki insanların yarattığı şeyi yapmak. Üzerinde bir seçimimiz olduğuna inandığımız hayatı yaşamak. Ve sonra bitirmek.
Bir öncekinden daha iyi diye yaptığımız seçimler hayat. Hayatta kalma seçeneklerimizin en kolay ulaşılabilir olanını seçerek yaşıyoruz. Yaşıyor muyuz? Kim riske atıyor en iyisi için, her şeyi? Hiç kimse. Bu durumda seçimi kim yapıyor. Bizim yerimize kim yapıyor? Yapılmış. Kabul edelim işte. Hayatı dolu dolu yaşamak adına yaptığınız her şeyin seçimi sizin adınıza yapılmış. Hayatı dolu dolu yaşamak uğruna aslında kaçırıyorsun her şeyi. Kaçır diye yaratmışlar "dolu dolu yaşamak" illüzyonunu. Ya herkes farklı şeyler yapsaydı? Ya herkes isteseydi bambaşka şeyler...
Eyfeli gördün Paris'e gidip, Times'da fotoğraf çekildin, dünyayı gezmek hayalin, inanılmaz bir düğün ve sonra maldivler, louis vuitton çanta almak, cep telefonu ihtiyaç, çocuk çok güzel bir şey, yerleştin bu dünyaya, yerleştikçe yerleştin, köklerini saldın... sonra öldün. Ölene kadar yaptığın her şey dünyadaki bütün sen gibi insanların yaptıklarının aynısı. Sen gibi olması önemli. Senin gibi olanların yaptıklarını yapamazsan eksik hissediyorsun? O yapıyor diye yapıyorsun işte. Bu senin seçimin olabilir mi sence?
Herkesin aynı şeyi istemesi ve yapmasından anlamıyor musun? Bu sen değilsin. Sen diye bir şey yok hatta. Seni yaratan hayal ürünleri var. Toplumlar, kültürler, dinler, ideolojiler, siyaset, millet, ülke, sınırlar, ırklar.. Bunların tümünden yoğrulmuşsun. Sıyrıl desem, daha çok sarılırsın.
Moda diye bir şey var! Lan! Moda işte. Götünden uydurmuşsun. Kendin diyorsun "ne kötüymüş moda 90larda" Değildi işte, salak. Uydurdular ve inandın ve değişti, inanmıyorsun. Şimdi yine var ve tapıyorsun. Ölüyorsun geyikli tayt için.
İşte ben inanmıyorum. Ne diyim.
Keni seçimim olduğuna inanmadığım hiçbir şeyi seçmiyorum. Sonra bir durup baktığında elinde bir boşluk var. Bomboş. Bu zamana kadar o kadar çok şey yazmışlar üstüne, karalamışlar, hepsinden sıyrılman uzun zaman alıyor. Sıyrılınca da altında hiçbir şey kalmıyor. İşte o an. Kum tanesisin. İşte o an gerçekten rüyaya uyanıyorsun. Rüyalar daha çok senin. İşte o an beynine dönüyorsun. İstediğin performansı alman için çok geç. Anlıyorsun, kabul ediyorsun. Boşa enerjisi harcanmış beynine bakıyorsun, üzülüyorsun. Zavallı soruyor. Cevap bulamıyorsun. İnsanın zekasının sınırını görmesi kadar acı bir şey yok bence. İnsanın yapabileceklerinin sınırını görebilmesi kadar acı bir şey yok.
Bir şarkı açıyorsun. Bu defa iyisinden, düşündürmesin, yazdırmasın, büyülesin, yok etsin.
Ah müzik, sen huzursuz beyinlerin tek dermanısın.
Görüşlerimin daha fazla benzediği biriyle tanismadim yazmaya devam et ve pink floyd hey you yu dinle seviceksin
YanıtlaSil